Uçsuz bucaksız uzayda bir geminin içinde, bilinmezin peşinde koşmak, hayatımda hayal bile edemeyeceğim bir maceraydı. Vatan Yıldızı isimli devasa yıldız gemimizin ikinci kaptanı olarak, Kaptan Bihter’in yanında görev yapıyordum. O, bu evrendeki en karmaşık kadındı: Sert bir lider, keskin zekalı bir stratejist ve karanlık bir gizemin taşıyıcısı.
Uzayın karanlığında süzülen gemimizin köprüsünde, sessiz bir tansiyon her zaman hissedilirdi. Bihter’in komutları net ve sertti. Beni hep küçümser bir bakışla süzerdi. Sanırım hiçbir zaman onun güvenini kazanamayacaktım, ama bu beni daha da hırslı yapıyordu.
Bu seferki görevimiz sıradışıydı. Merkezi İttifak’tan bir mesaj almıştık. Birkaç galaksi ötede, terk edilmiş bir uzay istasyonunda gizemli bir enerji sinyali tespit edilmişti. Ancak bu sinyalin kaynağı hakkında elimizde hiçbir bilgi yoktu. Bu tarz görevler genelde casusluk faaliyetleriyle ilişkilendirilirdi, ama resmi bir emirle hareket ediyorduk. Bihter, bu görevin sadece yüzeyde görünenlerden ibaret olmadığını, altında bir şeyler yattığını hissediyordu. Ve ben, onun bu hissine güveniyordum.
Geminin köprüsünde, yıldızların arasında kaybolmuş gibi hissederken Bihter’in keskin sesi düşüncelerimi böldü.
“İkinci Kaptan Behlül, enerji sinyaline doğru rotayı belirleyin. 12 saatlik bir mesafedeyiz.”
“Emredersiniz, Kaptan,” diyerek ekrana yöneldim. Geminin rotasını yeniden hesapladım. Bihter her zamanki gibi soğuk ve mesafeli görünüyordu, ama gözlerindeki kararlılık her zamanki gibi dikkat çekiciydi. Bu görev onun için fazlasıyla önemliydi, sebebini bilmiyordum ama hislerim beni yanıltmazdı.
Bir süre sonra köprüde yalnız kalmıştık. “Bu işin peşinde ne var, Kaptan?” diye sordum. Bu soruyu sormak riskliydi, çünkü genelde benimle gereksiz diyaloğa girmezdi. Ancak bu sefer kısa bir tereddütten sonra bana döndü.
“Bu enerji sinyali, Merkezi İttifak’ın bahsettiğinden çok daha fazlasını saklıyor,” dedi. “İstasyonun içinde bir şey var, Behlül. Ama ne olduğunu söylemiyorlar. Sana güvenebileceğimi kanıtla, daha fazlasını paylaşırım.”
Güven kelimesini ondan duymak şaşırtıcıydı. Kendimi kanıtlamak için bir fırsat doğmuştu ve bunu kaçıramazdım.
12 saat sonunda terk edilmiş uzay istasyonunun bulunduğu koordinatlara vardık. İstasyon, karanlıkta ürkütücü bir şekilde süzülüyordu. Yüzeyi eski, delinmiş bir metalden yapılmıştı ve belli ki onlarca yıldır kimse buraya uğramamıştı. Ancak garip olan, istasyonun çevresinde dolaşan ince bir enerji halkasıydı. Görünürde bir tehdit yoktu ama bu sessizlik, bir fırtınanın habercisi gibiydi.
Bihter, iniş ekibini hazırlamamız gerektiğini söyledi. Yanına beni ve birkaç deneyimli subayı almak istiyordu. Benim için hem bir fırsat hem de büyük bir riskti. Kaptan’ın gözüne girmek isterken, hayatımı kaybetme ihtimalim vardı. Ancak tereddütsüz bir şekilde ona eşlik edeceğimi söyledim.
İstasyonun içine ilk adım attığımızda her şey daha da tuhaflaştı. Duvarlarda garip semboller vardı; galaksiler arası ortak dile benzemiyordu. Bir tür kadim bir medeniyetin izleri olabilirdi, ya da belki de bir tür şifreleme tekniği. Bihter, bu sembollerle özellikle ilgilenmişti. Parmaklarıyla bir sembolü izlerken yüzündeki soğuk maske anlık bir şekilde değişti. Gözleri, geçmişte tanık olmadığım bir şekilde parladı.
“Bihter,” diye mırıldandım. “Bu semboller size bir şey ifade ediyor mu?”
“Hayır,” diye yanıtladı, ama ses tonu fazlasıyla inandırıcılıktan uzaktı. Kaptan’ın benden sakladığı bir şey vardı ve bu şey, sembollerle doğrudan bağlantılıydı. Ama asıl tehdit, bu sembollerin ötesinde, karanlığın derinliklerinde gizleniyordu.
İstasyonun metalik koridorları, ayak seslerimizle yankılanıyordu. Havadaki ağır pas kokusu boğucuydu. Yanımızdaki bilim subaylarından biri olan Nihal, bir tarayıcıyla duvarları inceliyordu. Ancak cihazı bir türlü enerji sinyalinin kaynağını net bir şekilde tespit edemiyordu.
“Bu istasyonda bir şeyler doğru değil,” dedi Nihal. “Enerji dalgaları sürekli yer değiştiriyor. Kaynağına ulaşmamız için daha derinlere gitmeliyiz.”
Bihter, her zamanki soğukkanlılığıyla ekibine baktı. “Eğer biri geri dönmek isterse, şimdi konuşsun. Bu görevde korkuya yer yok.”
Kimse konuşmadı. Herkes Kaptan’ın otoritesine boyun eğmişti. Ancak gözlerindeki endişeyi fark etmek zor değildi. Özellikle Nihal’in elleri hafifçe titriyordu.
Daha derinlere indikçe istasyonun atmosferi değişmeye başladı. Duvarlardaki semboller artık daha yoğun ve karmaşıktı. Bir noktada, sanki bir dil oluşturmuş gibiydiler. Ancak kimse bu sembollerin anlamını çözemiyordu.
“Behlül,” dedi Bihter, bana dönerek. “Bu sembolleri bir yerlere kaydet. İleride işe yarayabilir.”
“Emredersiniz,” diyerek tarayıcımla sembolleri kaydetmeye başladım. Ama o sırada bir şey dikkatimi çekti. Duvarlardaki sembollerden biri… Tanıdıktı. Çok net hatırlayamıyordum ama bunu daha önce bir yerde görmüştüm.
“Bihter, bu sembol…” dedim ve işaret ettim. Ancak tam o sırada istasyonun derinliklerinden garip bir ses yükseldi. Metalin bükülmesi gibi bir ses, ancak doğaüstü bir yankıyla. Hepimiz durduk ve birbirimize baktık.
“Bu da neydi?” dedi Nihal, sesi korkuyla titriyordu.
Bihter, elindeki enerji tabancasını kavradı. “İlerliyoruz. Ne olduğunu öğrenmeden geri dönmeyeceğiz.”
Koridor bizi büyük bir salona çıkardı. Salonun merkezinde devasa bir enerji küresi süzülüyordu. Kürenin etrafında dönen semboller vardı, ancak bu semboller duvarlardakilerden çok daha karmaşık ve hareketliydi. Sanki canlı gibiydiler.
“İşte bu,” dedi Bihter, sessiz bir hayranlıkla. “Aradığımız şey bu.”
“Bu ne?” diye sordum, gözlerimi devasa küreden ayıramadan.
“Bu bir… anahtar,” dedi Bihter, duraksayarak. Ancak bu kelimeyi söylemek istememiş gibiydi.
“O zaman soruyu değiştiriyorum,” dedim, dikkatimi ona çevirerek. “Bu anahtar neyin kilidini açıyor?”
Bihter, bir an sustu. Gözleri bana döndü, yüzündeki kararlılık her zamankinden daha sertti. “Bu, Merkezi İttifak’ın en büyük sırrını saklıyor, Behlül. Ama daha fazlasını bilmek istemeyebilirsin.”
Tam o sırada bir şey oldu. Enerji küresi, parlak bir ışık yayarak aniden hareket etmeye başladı. Semboller hızla dönüyordu ve küreden çıkan enerji dalgaları tüm salonu sarsıyordu. Hepimiz yere savrulduk.
“Kalkanları aktif hale getirin!” diye bağırdı Bihter. Ancak istasyonun enerji sistemleri bizim kontrolümüzde değildi. Gemiye bağlı iletişim cihazlarımız da kesilmişti.
Enerji dalgaları arasında bir figür belirdi. İlk başta bir hologram gibi görünüyordu ama giderek daha netleşti. Bu, bir insan silüetiydi ama bedeninin büyük kısmı mekanik bir yapıya dönüşmüştü. Gözleri, karanlık kırmızı bir ışık yayıyordu.
“Kim olduğunuzu ve burada ne aradığınızı söyleyin,” dedi mekanik bir sesle.
Bihter, tabancasını kaldırdı. “Ben Kaptan Bihter Ziyagil, Merkezi İttifak’ın bir temsilcisiyim. Bu istasyon terk edilmiş olarak bildirildi. Siz kimsiniz?”
Figür bir süre sessiz kaldı. Sonra sesi yankılanarak tekrar konuştu. “Burası terk edilmedi. Burası, gerçeklerin saklandığı bir yer. Ve siz, bu gerçeklere erişmeye çalışıyorsunuz.”
Figürün sözleri hepimizi şoke etmişti. Ancak asıl şaşkınlık, Bihter’in yüzündeki ifadeydi. Bu kez gerçekten şaşırmıştı. İlk kez onu bu kadar savunmasız görüyordum.
“Gerçeklerden bahsediyorsunuz,” dedi Bihter. “Ama hangi gerçeklerden?”
Figür, bir adım ileri geldi. “Sizler yalnızca birer piyon. İttifak’ın yalanlarını taşıyan askerler. Ancak buradaki güç, galaksinin dengesini değiştirebilecek kadar büyük. Ve kimse bunun için hazır değil.”
Bihter, figürle göz göze geldi. Bu yüzleşme, sadece bizim için değil, onun için de bir sınav gibiydi. “Bu güç, galaksinin dengesini değiştirecek kadar büyükse neden burada saklanıyor? Kimden gizleniyor?” diye sordu.
Figür, mekanik bir gülüşle cevap verdi. “Saklanmıyor. Korunuyor. Siz, bilmediğiniz şeylerle oynuyorsunuz. Burası sadece bir kapı. Ve o kapının ötesinde, galaksiyi yok edebilecek bir sır yatıyor.”
Bihter’in yüzündeki sert ifade bir an için yumuşadı. Ancak bu, yalnızca bir an sürdü. “Bu sırrın ne olduğunu öğrenmeden buradan gitmeyeceğiz,” dedi kararlılıkla.
Figür, bir an sessiz kaldı. Sonra ellerini kaldırarak enerji küresine doğru uzandı. Küre, ışıklarını yayarak daha da büyüdü. Semboller bir kez daha hızla dönmeye başladı.
“Kapıyı açmaya hazır mısınız?” diye sordu figür.
Bihter, tereddütsüz bir şekilde başını salladı. “Hazırız.”
Enerji küresi birdenbire patlamaya yakın bir sesle parladı ve salonun tam ortasında devasa bir ışık kapısı belirdi. Kapının ardında ne olduğunu görmek zordu; sadece derin bir karanlık ve ince bir ışık huzmesi görünüyordu.
Figür, bir kez daha konuştu. “Bu kapı, gerçekleri görmek isteyenleri içeri alır. Ama içeride ne bulacağınız, sizin ne kadar cesur olduğunuzu belirler.”
Bihter, kapıya doğru bir adım attı. Gözlerindeki kararlılık beni hem korkutuyor hem de büyülüyordu. “Behlül, Nihal, benimle geliyorsunuz,” dedi.
“Nihal’i bırakın,” dedim aniden. Kendi sesim beni bile şaşırtmıştı. “O burada kalmalı. İletişimi sağlamak için birine ihtiyacımız olacak.”
Bihter bir an düşündü, sonra başını salladı. “Tamam. Sen ve ben gidiyoruz.”
Kapıya doğru yürürken içimde bir şeylerin değiştiğini hissediyordum. Sanki bu an, hayatımı sonsuza dek ikiye ayıracak bir dönüm noktasıydı. Bihter’in arkasından yürüdüm ve kapıdan geçtik.
Kapının ötesinde, yıldızlar ve galaksilerle dolu bir boşluk vardı. Ama bu yıldızlar, tanıdığımız yıldızlara benzemiyordu. Onlar daha parlak, daha yabancı ve sanki canlı gibiydiler.
Tam o sırada bir ses yankılandı. Bu ses ne mekanik ne de insana aitti. Daha çok evrenin kendi sesi gibiydi. “Sizi buraya ne getirdi? Merak mı, yoksa açgözlülük mü?”
Bihter, cesaretle cevap verdi. “Gerçeği öğrenmek istiyoruz. Bu galaksiyi kim yönetiyor? Merkezi İttifak’ın bilmediğimiz sırları ne?”
Ses bir an sustu, sonra karanlıktan bir ışık huzmesi çıktı ve önümüzde bir şekil aldı. Bu şekil, ne tam bir insan ne de bir makineydi. Bir varlıktı; kozmik bir bilinç gibi.
“Merkezi İttifak,” dedi varlık. “Yalnızca bir perde. Arkasında çok daha büyük bir güç var. Ve bu güç, sizin hayal bile edemeyeceğiniz kadar eski.”
“Bu güç ne istiyor?” diye sordum, sesim titrekti.
“Kontrol,” dedi varlık. “Evrendeki tüm yaşamın kontrolü. Ama bu güç, insanları kullanıyor. Merkezi İttifak sizin zannettiğiniz kadar masum değil.”
Bihter’in yüzü kasvetle kaplandı. “Eğer bu doğruysa, bu bilgiyi neden bize veriyorsunuz?”
Varlık, bize doğru yaklaşarak alçak bir sesle cevap verdi. “Çünkü sizler bu dengeyi bozabilirsiniz. Ama bu bilgiyi kullanmak, cesaret ve fedakarlık ister. Şimdi karar vermelisiniz. Ya bu sırla geri dönersiniz ya da buradaki tüm gerçekleri öğrenip bedelini ödersiniz.”
Bihter, bir an duraksadı. Ama gözlerindeki parıltı, ne olursa olsun devam edeceğini gösteriyordu. “Her şeyi öğrenmek istiyoruz,” dedi kararlılıkla.
Varlık, ışık bedenini genişletti. “Öyleyse gerçeğe hoş geldiniz. Ancak bu gerçek, sizi parçalayabilir.”
Varlığın sözleri hâlâ yankılanıyordu. “Gerçek, sizi parçalayabilir.” Ancak Bihter bir adım geri atmıyordu. Cesareti büyüleyici olduğu kadar tehlikeliydi.
“Hazırız,” dedi net bir şekilde.
Benim içimde ise her şey karmakarışıktı. Bu yola onunla birlikte girmiştim ama şimdi tam anlamıyla neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmiyordum. Geri dönmek mümkün müydü? Ya da dönersek kim olurduk?
Varlık, devasa bir ışık halesine dönüştü. Her şey titriyordu; zaman, mekân, düşüncelerim… Sanki evrenin kendisi bükülüyor gibiydi. Ve o anda, ışığın içinden bir şey ortaya çıktı: Yıldızlardan ve karanlıktan dokunmuş gibi görünen bir yapı. Bu yapı, bir tahttı.
“Bu, İttifak’ın gerçek yüzüdür,” dedi varlık. “Ve bu taht, onların gücünün kaynağıdır. Ama bu güç, aynı zamanda evrenin en büyük tehlikesidir.”
Bihter, tahtın çevresinde dolanırken gözlerini bir an bile kırpmadı. “Bu güç, neden sadece onların elinde? Bizim buna erişimimiz neden yok?”
Varlık cevap verdi: “Çünkü bu güç, her şeyi bilen bir bilinci kontrol eder. Sadece bir kişinin elinde olmalı. Ama o kişi, bu yükü taşımaya hazır olmalı.”
Bihter bir an duraksadı. “Bu kişi ben mi olmalıyım?” diye sordu.
Varlık ona döndü. “Belki de. Ama bunu öğrenmek için önce bedel ödemeniz gerekiyor.”
“Ne bedeli?” diye sordum araya girerek. Artık bu konuşma beni iyice geriyordu.
“Gerçeği öğrenmek,” dedi varlık. “Bu tahtın gücü, gerçekleri açığa çıkarır. Ancak gerçekler, insan zihnini yok edebilir. Sadece biri bu gücü kabul edebilir. Diğeri… feda edilmeli.”
Bihter bana döndü. Gözlerindeki soğuk ama aynı zamanda kararsız ifade, beni bıçak gibi kesmişti. “Behlül, bu göreve gönüllü geldik. Şimdi bir seçim yapmamız gerekiyor. Ya sen ya da ben.”
O an zaman durmuş gibiydi. Bihter’e bakarken zihnimde milyonlarca düşünce dolaşıyordu. O, her zaman liderdi. Ben ise onun gölgesinde ikinci kaptan olarak kalan biriydim. Ancak içimdeki bir şey, bu kararın onun üzerinde bırakacağı yükün ağırlığını biliyordu.
“Sen kalmalısın,” dedim sonunda. Sözlerimden kendim bile emin değildim ama o an doğru şeyin bu olduğunu hissediyordum. “Bu gemi, bu mürettebat, bu evren… Sana ihtiyaç duyuyor.”
Bihter bir an için duraksadı. Gözlerindeki ifade değişti. İlk kez, onun bu kadar kırılgan olduğunu gördüm. Ama bu kırılganlık, onun liderlik özelliğini daha da güçlü hale getiriyordu.
“Behlül,” dedi alçak bir sesle. “Eğer bunu yaparsan, ben bununla yaşamayı nasıl başarırım?”
“Senin için,” dedim. “Ve bu evren için. Bunu yapmalıyım.”
Varlık, karşımızda parlamaya devam ediyordu. “Seçim yapıldı mı?” diye sordu.
Bihter, bana bir kez daha baktı. Gözlerindeki yaşları saklamaya çalışıyordu. Ama başını salladı. “Evet. Seçim yapıldı.”
Ben bir adım öne çıktım. Kalbim, yıldızların patlayışı gibi atıyordu. Varlık beni ışık halesinin içine çekti. O an her şey silindi. Karanlık ve sonsuz bir huzur hissettim. Ancak bu huzur, yalnızca bir an sürdü. Gerçekler zihnime dolmaya başladı: Merkezi İttifak’ın yalanları, evrenin kökenleri, bu gücün kaynağı… Hepsi çok fazlaydı.
Ve sonra… her şey karardı.
Gözlerimi açtığımda Bihter’i gördüm. Yanı başımdaydı, gözleri yaşlarla doluydu. “Behlül…” diye mırıldandı.
“Gerçekleri gördüm,” dedim. Sesim zayıftı ama konuşabiliyordum. “Ama artık bu gerçeği taşıyamam. Bu yük senin.”
Bihter, elini omzuma koydu. “Sen feda oldun,” dedi fısıltıyla. “Ama bu evreni kurtarmak için seninle birlikte savaşacağım.”
Varlık, bize son bir kez baktı. “Seçim yapıldı. Bu, sadece bir başlangıç. Şimdi, galaksi sizi bekliyor.”
Işık kayboldu ve biz kendimizi yeniden istasyonun salonunda bulduk. Ancak hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Gerçekler, artık sadece Bihter’in omuzlarındaydı. Ve ben… kaybettiğim şeylerin ağırlığını taşıyordum.
Vatan Yıldızı’na dönerken bir daha eskisi gibi olmayacağımızı biliyordum. Ancak Bihter’in gözlerindeki kararlılık hâlâ oradaydı. Ve bu, bana bir umut ışığı veriyordu. Evrenin karanlık sırları, sonunda açığa çıkacaktı. Ama bu savaşta kim kazanacak, kim kaybedecek, henüz belli değildi.
SON
Milla Jovovich ve Dave Bautista’dan Fantastik Bir Macera: Kayıp Diyarlar!