Bölüm 1: Çatlak Betonlar ve Unutulmuş Şehirler
Yıkık bir otoyolun kenarında duruyordum. Rüzgâr, çürümüş metalin ve hafif bir radyasyon kokusunun karışımını yüzüme taşıyordu. Ufukta, bir zamanlar görkemli olduğu anlaşılan bir şehrin iskeletini görebiliyordum; devasa gökdelenler, zamana ve nükleer yangına teslim olmuştu. Silahımın kayışını sırtıma daha sıkı çekerken, gözlerim uzaklarda bir hareket aradı. O, oradaydı. Bihter, grubumuzun lideri, bu lanetli topraklarda hayatta kalmaya çalışan birkaç kişiden biri.
Her zaman olduğu gibi öndeydi. Cesareti ve zekâsıyla bizi bir arada tutan kişiydi. Hayatta kalma güdüsünü kararlılığına, liderlik becerisini ise sınırsız bir özgüvene dönüştürmüştü. Yine de, onunla ilgili bir şey beni hep huzursuz ediyordu. Bu dünyada hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmediğini biliyordum. Özellikle umut gibi şeylerin…
“Behlül, oyalanmayı bırak ve harekete geç!” diye seslendi arkasına bakmadan. Tonunda hafif bir sabırsızlık vardı, ama bu onu dinlememi engellemedi. Bihter’in varlığı, bana her zaman hayatta kalmanın bir yolunu bulabileceğimi hissettiriyordu, ama aynı zamanda bu hayatta kalma oyununun onun için ne kadar ağır olduğunu da anlamamı sağlıyordu.
Etrafı kolaçan ederek ona yetişmeye çalıştım. Grubumuz küçük bir yerleşim alanına doğru ilerliyordu; harabeye dönmüş, yüzyıllar önce terk edilmiş bir topluluk. Sokaklar radyasyondan ve zamanın acımasız ellerinden zarar görmüştü. Evlerin çoğu yıkılmış, araçlar pas içinde, sanki yıllar önce bir anda herkes ortadan kaybolmuş gibiydi.
“Burada ne bulacağımızı sanıyorsun?” diye sordum yanına ulaştığımda. Onun yüzüne baktığımda, gözlerindeki kararlılığı bir kez daha gördüm.
“Aradığımız şey burada, biliyorum,” dedi soğukkanlı bir şekilde. “Eğer bu şehri araştırmazsak, belki de elimizdeki son şansı kaybedeceğiz. Kaybetmek gibi bir lüksümüz yok.”
Bu dünyanın gerçekleri sertti. 2400 yılına gelmiştik, ama insanlık hala küllerden doğmayı başaramamıştı. Nükleer savaşlardan geriye kalan dünyada, medeniyetin kırıntılarıyla yaşamaya çalışan birkaç topluluk dışında, herkes kendi başının çaresine bakıyordu. Enclave, Brotherhood of Steel, ve çeşitli paralı asker grupları arasında kalan insanlar, kendilerine ait küçük sığınaklar bulmaya çalışıyordu.
Bizim grubumuz da bu çatışmanın içinde, kendi yolunu bulmaya çalışan bir avuç insandan oluşuyordu. Bihter, grubun lideriydi; kararlı, zeki ve çoğu zaman acımasızdı. Ama onun böyle olması gerekiyordu. Bu dünyada, hayatta kalmak için duygularını bastırman gerekiyordu. Ben? Ben sadece onun gölgesinde kalan, ama bir şekilde bu hikâyenin bir parçası olmayı sürdüren biriydim.
Yerleşim yerine ulaştığımızda, Bihter hemen bir binanın içine doğru ilerledi. Eski bir devlet binasına benziyordu. Çatısı çökmüş, duvarları dökülmüş, ama bir şekilde içeride saklı bir şeyler varmış gibi hissettiriyordu. Ardından diğer grup üyeleri de sessizce binaya yöneldi. Onların ardından ben de girdim.
Binanın içinde eski bir teknoloji terminali bulduk. Paslanmış kablolar, çatlak ekranlar… Ama yine de ışıklar yanıp sönüyordu. Bihter terminalin başına geçti, sanki bu cihazla daha önce karşılaşmış gibi elleri kararlılıkla tuşlara dokunuyordu.
“Ne arıyorsun burada?” diye sordum.
“Bir cevap,” dedi soğuk bir tonda. “Eski dünyanın teknolojisi hâlâ işe yarıyor olabilir. Eğer doğru kodları bulabilirsem, belki bu dünyada bir avantaj yakalayabiliriz. Ama sen bunu anlamazsın.”
Onun ciddiyeti karşısında sessiz kaldım. Ne bulacağını ya da bulduklarının bizi nereye götüreceğini bilmiyordum. Ama bir şekilde, onun peşinden gitmekten başka bir çarem olmadığını da hissediyordum.
Bir anda terminalden bir bip sesi yükseldi ve ekran karardı. Bihter’in yüzündeki gerginlik, kısa bir süre sonra yerini bir zafer gülümsemesine bıraktı.
“Bu bir koordinat,” dedi. “Eski bir Vault. Belki de aradığımız cevaplar orada.”
Ama bir Vault’a girmek, özellikle bu kadar eski ve terk edilmiş bir Vault’a, ölümle burun buruna gelmek demekti. Bihter bunu biliyordu, ama yine de durmayacaktı. Çünkü o, sadece hayatta kalmaya çalışan biri değil, bu dünyayı değiştirmek isteyen biriydi.
Ve ben, onun bu yolda ne kadar ileri gidebileceğini görmekten hem korkuyor, hem de etkileniyordum.
Bölüm 2: Vault’un Gölgesi
Günler süren yürüyüşten sonra, sonunda haritanın işaret ettiği noktaya ulaştık. Vault, devasa kayalıkların arasına gizlenmişti. Yıllarca toprak ve taş altında gömülü kalmış gibi görünüyordu, ama giriş kapısı hâlâ sağlamdı. Üzerindeki eski Vault-Tec logosu zamanın aşındırıcı etkisine direnmiş, sanki bizi bu harabeye davet eder gibi orada duruyordu.
Bihter, kapının önünde durup uzun bir süre sessizce baktı. Gözlerinde hem hırsın hem de tedirginliğin izlerini görebiliyordum. Gruptaki diğerleri birer birer etrafımıza toplandı; herkesin yüzünde aynı soru vardı: Bu Vault’un içinde ne bulacaktık?
“Bu kapıyı nasıl açmayı düşünüyorsun?” diye sordum.
Bihter elindeki küçük metal cihazı havaya kaldırdı. Terminalden çıkardığı koordinatların yanı sıra, Vault’un açılış protokolünü de ele geçirmişti. Tabii ki Bihter gibi biri bu kadar kritik bir detayı atlamazdı. “Vault-Tec şifrelerini çözmek için uğraştım,” dedi soğukkanlı bir şekilde. “Eğer düşündüğüm gibi çalışırsa, bu kapıyı açabiliriz. Ama hazır olun… İçeride ne bulacağımızı kimse bilmiyor.”
Onun bu kadar kararlı olduğunu görmek beni her zamanki gibi etkiledi, ama aynı zamanda korkutuyordu da. Vault kapıları nadiren açılırdı. Açıldığında ise ya içeriden felaket çıkar ya da o felaketi kontrol etmek isteyen dış dünyaya yeni bir bela eklenirdi.
Bihter cihazı Vault kapısının kontrol paneline bağladı. Küçük bir elektrik akımı sesi duyuldu, ardından panelde ışıklar yanıp sönmeye başladı. Hepimiz geriye çekildik. Birkaç saniyelik gergin bir bekleyişten sonra, Vault’un devasa çelik kapısı gıcırdayarak hareket etmeye başladı. Paslı mekanizmalar bozulmamış gibi görünüyordu; ağır kapı yavaşça yana kaydı ve içeriden karanlık bir tünel ortaya çıktı.
Bihter, diğerlerine dönüp soğukkanlı bir şekilde konuştu: “Bu noktadan sonra geri dönüş yok. İçeri girmek isteyenler benimle gelsin. Korkanlar, burada bekleyebilir.”
Kimse kıpırdamadı. Herkes onun peşinden gitmek istiyordu, belki korkudan, belki de Bihter’in liderliği altında bir umut ışığı bulma arzusundan. Ben de adımımı öne attım. “Sen nereye gidersen, ben de oraya giderim,” dedim. Sözlerim onun yüzünde kısa bir süreliğine hafif bir gülümseme oluşturdu.
Vault’un içi tam anlamıyla bir mezar gibiydi. Soğuk beton duvarlar, yıllar boyunca kullanılmamış gibi duran, tozla kaplanmış teknolojik paneller… Her şey terk edilmişti, ama aynı zamanda hala çalışıyor gibiydi. Uzaktan bir elektrik uğultusu duyuluyordu; Vault’un enerji sistemleri hâlâ işliyordu.
“Tuhaf,” diye mırıldandı Bihter. “Bu kadar uzun süre açık kalan bir Vault’un enerji kaynaklarının tükenmesi gerekirdi.”
“Belki de kimse burayı terk etmedi,” dedim. Sözlerim gruptaki herkesin tüylerini diken diken etmişti. Vault’ların tarihi, trajedilerle doluydu. Deneyler, kapana kısılmış insanlar, gizli projeler… Bu Vault’un da benzer bir hikâyeye sahip olabileceği düşüncesi hepimizin zihnine yerleşti.
Bihter, Vault’un merkezine doğru ilerlemeye başladı. Koridorlar boyunca yürürken, paslanmış tabelalar ve bozulmuş ekranlar bize yol gösteriyordu. “Kontrol odası burada olmalı,” dedi Bihter, işaret ettiği bir kapıya doğru yönelirken.
Kapıyı açtığımızda, karşımıza devasa bir oda çıktı. Eski bir kontrol paneli, etrafa dağılmış kağıtlar ve bir zamanlar burada yaşayan insanların izleri… Ama daha tuhafı, odanın ortasında duran dev bir enerji jeneratörüydü. Vault-Tec’in standart jeneratörlerinden çok daha farklıydı; üzerinde tanımlanamayan işaretler ve parlayan ışıklar vardı.
“Bu… bu bir deney Vault’u,” dedi Bihter, jeneratöre yaklaşırken. Gözleri, jeneratörün yüzeyindeki yazıları inceliyordu. “Vault-Tec burada ne yapmaya çalışıyordu?”
Tam o sırada jeneratörden bir ışık patladı ve hepimiz geriye çekildik. Ortalık bir anda sessizleşti. Jeneratör hala çalışıyor gibi görünüyordu, ama sanki bizi izliyormuş gibi hissettiriyordu.
Bihter arkasını dönüp bize baktı. “Bu jeneratör, normal bir enerji kaynağı değil,” dedi. “Bu, bir portal ya da bir tür geçit olabilir.”
“Portal mı?” dedim şaşkınlıkla. “Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?”
Bihter başını salladı. “Evet. Eğer bu jeneratör çalışır durumdaysa, Vault-Tec burada bir şey saklamış olmalı. Belki de eski dünyadan geriye kalan en önemli şey burada olabilir.”
Ama o anda içime bir korku düştü. Eski dünyadan geriye kalan her şey, ya yıkım ya da kaos getirmişti. Bu jeneratör de farklı olmayabilirdi.
“Bihter, bunu durdurmalıyız,” dedim. “Bu Vault’un kapıları neden kapalıydı, neden burası terk edilmiş gibi görünüyor… Bunun bir sebebi olmalı.”
Ama o beni duymadı bile. Jeneratörün üzerinde bir düğmeye dokundu ve odadaki ışıklar bir anda parlamaya başladı. Portalın devreye girdiğini hissettim. Ve o anda, içimde her şeyin geri dönülmez bir şekilde değişeceğini biliyordum.
Bölüm 3: Portalın Ardında
Işıklar etrafımızı sararken, Vault’un soğuk ve metalik duvarları neredeyse yok oluyormuş gibi bir his uyandırdı. Jeneratörden yayılan enerji dalgaları, havada dalgalanmalar yaratıyordu. Gruptaki herkes geriye çekildi; kimse bu garip makinenin bizi nereye götüreceğini ya da neyle karşılaşacağımızı bilmiyordu. Ama Bihter, sanki kaderine boyun eğmiş gibi, jeneratörün yanından ayrılmıyordu.
“Bihter, dur!” diye bağırdım. Ona ulaşmaya çalıştım, ama sanki aramızda görünmez bir engel vardı. Havadaki titreşimler beni geri itiyordu. Yine de durmadım. Onu bu çılgınlıktan vazgeçirmek istiyordum, ama aynı zamanda onun gözlerindeki o kararlılığı gördüğümde, belki de bunun bir son olmadığını düşündüm. Belki de bu, bir başlangıçtı.
Jeneratör bir anda dev bir enerji patlaması yarattı ve hepimiz yere yığıldık. Gözlerimi tekrar açtığımda, Vault’un odası gitmişti. Yerine, başka bir dünya almıştı.
Bambaşka Bir Dünya
Etrafımızda uzanan topraklar, Fallout evreninin alıştığımız harabelerinden çok farklıydı. Gökyüzü mor ve altın sarısı tonlarında parlıyordu. Uzakta, devasa yapılar yükseliyordu; bunlar ne önceden gördüğümüz Vault-Tec yapılarıydı, ne de yeryüzünde kalan insan yerleşim yerleri. Bu dünyada bir şeyler garipti; her şey fazla temiz, fazla düzenliydi.
“Bu da ne?” diye fısıldadı grubumuzdan biri. Yüzünde dehşet ve hayranlık karışımı bir ifade vardı.
Bihter, karşımızda uzanan bu yeni dünyanın manzarasına bakarken sessizdi. Sanki çok uzun zamandır aradığı bir şeye ulaşmış gibiydi. Ama onun sessizliği beni daha da tedirgin etti. Bihter’in gözlerinde her zamankinden daha farklı bir şey vardı; bu, hayatta kalma mücadelesinin ötesinde bir hırsın parıltısıydı.
“Bu… başka bir boyut olabilir,” dedi Bihter sonunda. “Vault-Tec’in deneyleri, sadece insanları kontrol etmek ya da nükleer savaştan korumakla sınırlı değildi. Görünen o ki, bu jeneratör, bizi başka bir yere taşımak için tasarlanmış.”
“Başka bir yer mi?” dedim, şaşkınlıkla. “Bu dünyadan kopmuş olamayız… Değil mi?”
Bihter, yüzünü bana döndü. Gözleri her zamankinden daha kararlıydı. “Behlül, bu sadece bir dünya değil. Bu, geleceği yeniden inşa edebileceğimiz bir fırsat. Eğer burayı kontrol edebilirsek, eğer buranın sırlarını çözebilirsek, eski dünyadaki tüm acılara bir son verebiliriz.”
Ama onun bu sözleri, içimde bir korku dalgası yarattı. Çünkü Bihter’in bu dünyada bulmak istediği şey, belki de bizi yok edebilirdi.
Garip Karşılaşmalar
Yeni dünyada ilk adımlarımızı atarken, havadaki tuhaf bir enerji hissediliyordu. Hiçbir şey doğal görünmüyordu. Bitkiler parlıyordu, toprak dokunduğunda sanki bir canlı gibi tepki veriyordu. Ama en rahatsız edici olan şey, gölgelerde bizi izleyen varlıkların olduğunu hissetmekti.
Grubumuz ilerledikçe, ilk karşılaşmamızı yaşadık. Uzaktan, insanı andıran ama aynı zamanda hiç insana benzemeyen figürler gördük. Derileri soluk, gözleri neredeyse beyazdı. Sessizce hareket ediyorlar, ama bizi izliyorlardı.
“Onlar… insanlar mı?” diye sordu gruptan biri.
“Hayır,” dedi Bihter. “Onlar bu dünyanın sakinleri. Ama düşman mı, dost mu olduklarını bilmiyoruz.”
Bu tuhaf yaratıklar bize yaklaşmadı, ama her hareketimizi dikkatle takip ettiler. Bihter, hiçbir şey olmamış gibi ilerlemeye devam etti. Onun cesareti mi, yoksa umursamazlığı mı olduğunu bilmiyordum. Ama bir şekilde, onunla birlikte yürümek zorundaydık.
Yıkıntılar Arasında
Saatlerce yürüdükten sonra, nihayet dev bir yapı gördük. Bu, eski bir Vault kapısını andırıyordu ama çok daha farklıydı. Kapının üzerindeki semboller, bu dünyanın diline ait gibiydi. Bihter, elindeki cihazı çıkardı ve kapının üzerindeki yazıları incelemeye başladı.
“Burası, bu dünyanın merkezi olabilir,” dedi. “Bu kapının ardında, her şeyin cevabını bulabiliriz.”
“Ve ya da sonumuzu,” dedim, onu durdurmaya çalışarak. “Bihter, bu kadar ileri gitmek zorunda değiliz. Belki de burada durmalı ve geri dönmeliyiz.”
Ama beni dinlemedi. “Behlül,” dedi, gözlerini bana dikerek. “Eğer bu dünyayı anlamazsak, kendi dünyamızı kurtaramayız. Bu bizim görevimiz.”
Kapıyı açmaya çalışırken, içimde bir huzursuzluk büyüyordu. Sanki her şey bir felakete doğru ilerliyordu. Ama onun yanında olmaktan başka bir seçeneğim yoktu. Çünkü onunla birlikte olmak, beni bu dünyanın karanlığından koruyan tek şeydi.
Kapı yavaşça açıldı ve karanlık bir tünel ortaya çıktı. Hepimiz geriye çekildik. Ama Bihter, tek bir tereddüt göstermeden tünele adım attı. Onun peşinden gitmek zorunda kaldık.
Bölüm 4: Gerçeğin Karanlık Yüzü
Tünelin içi, dışarıdaki parlak ve tuhaf dünyadan tamamen farklıydı. Soğuk, dar ve karanlık bir geçit boyunca ilerliyorduk. Tavandan sarkan kablolar, duvarlardaki eski ekranlar ve ara sıra parlayan kırmızı ışıklar bize bu yapının bir teknoloji harikası olduğu kadar aynı zamanda bir tuzak olabileceğini de hatırlatıyordu. Ayak seslerimiz yankılanıyor, her adımda kalbimdeki huzursuzluk büyüyordu.
Bihter önden gidiyordu, her zamanki kararlılığıyla. Elindeki cihazı duvarlardaki sembollerle eşleştiriyor, sanki bir haritanın parçalarını birleştiriyormuş gibi tünelin derinliklerinde ilerliyordu. “Bu semboller,” dedi sessizce, daha çok kendi kendine konuşur gibi. “Vault-Tec bu tasarımı yapmış olamaz. Buradaki teknoloji, bizim bildiğimizden çok daha eski ve çok daha gelişmiş.”
“Eski mi?” dedim, alaycı bir şekilde. “Bihter, her şey zaten eski! Vault-Tec’in deneylerinin peşinden koşuyoruz, ama burası bir mezardan farksız.”
O bana dönüp, gözlerimin içine baktı. “Behlül, gördüğün şeylerin ötesine bakmayı öğren. Bu yapı sadece bir mezar değil; bir sırrı saklıyor. Eğer bu sırrı çözebilirsek, hayatımız tamamen değişebilir.”
Ama ben bunun hangi yönde olacağını sorguluyordum. Bihter’in hırsı, bir süredir hepimizi sınırların ötesine itmişti, ama bu kez durum farklıydı. Bu kez, geri dönüş olmayabilir.
Karşılaşma
Tünelin sonunda geniş bir odaya ulaştık. Oda, devasa bir kubbeye benziyordu; ortasında parlayan bir cihaz yükseliyordu. Bu cihaz, daha önce gördüğümüz jeneratörün daha büyük ve karmaşık bir versiyonuydu. Üzerindeki ışıklar yanıp sönüyor, yüzeyindeki semboller sürekli değişiyordu.
Ama asıl dikkatimi çeken şey, odanın diğer tarafında duran bir grup figürdü. İnsan gibi görünüyorlardı ama çok farklılardı. Derileri soluk maviye çalan bir renkteydi, gözleri parlıyordu ve hareketleri hem zarif hem de tehditkârdı.
Bihter onlara doğru bir adım attı. “Biz düşman değiliz,” dedi sakin bir sesle. “Buraya yalnızca gerçeği öğrenmek için geldik.”
Figürlerden biri öne çıktı. İnsan dilini garip bir aksanla konuşarak yanıt verdi: “Gerçek, her zaman bir yük taşır. Aradığınız şeyin bedelini ödemeye hazır mısınız?”
Bu sorunun altında yatan tehdit barizdi. Bihter duraksamadı. “Bu dünyanın ve bizim dünyamızın kurtuluşu için her bedeli ödemeye hazırım.”
O anda grubun geri kalanı huzursuz bir şekilde yerinde kıpırdandı. Bu figürlerin ne kadar güçlü olduklarını bilmiyorduk. Ama Bihter’in onlarla bu kadar kolayca yüzleşebilmesi beni hem hayran bırakıyor hem de korkutuyordu.
Teklif
Figür, Bihter’e bir adım daha yaklaştı. “Buradaki cihaz,” dedi ve arkasındaki devasa makineye işaret etti, “bir kapıdan fazlası. Bu, zamanı ve mekânı bükebilir. Kendi dünyanıza barış getirmek istiyorsanız, bu cihazın kontrolünü öğrenmelisiniz. Ama bu kontrol, fedakarlık gerektirir.”
“Ne tür bir fedakarlık?” diye sordum, sesimde bastıramadığım bir öfke ile.
Figür bana döndü ve gözlerini gözlerime dikti. “Her şeyin bir dengesi vardır,” dedi. “Eğer bu kapıyı kontrol ederseniz, bir şeyleri geri getirebilirsiniz. Ama aynı zamanda bir şeyleri kaybetmeniz gerekecek. Hangi bedeli ödemeye hazır olduğunuz, sizin seçiminizdir.”
Bihter’in yüzündeki kararlılık bir an bile sarsılmadı. “Bize nasıl çalıştığını gösterin,” dedi.
Figür başını eğdi ve arkasındaki cihazı aktif hale getirmek için hareket etti. Ama içimde bir şeyler kopuyordu. Bu cihazın bize vaat ettiği güç, belki de hepimizi yok edecek bir lanetti.
İlk Deneme
Cihaz çalışmaya başladığında, odadaki hava ağırlaştı. Parlak ışıklar etrafımızı sararken, cihazın yaydığı enerji dalgaları bizi sarsıyordu. Figür, Bihter’e döndü. “Düşüncelerine odaklan,” dedi. “Cihaz, zihninizdeki en derin arzuyu okuyacak ve onu gerçeğe dönüştürecek.”
Bihter gözlerini kapattı ve cihazın enerjisini hissetmeye başladı. Ben ise çaresizce olan biteni izliyordum. Onu durdurmak istiyordum, ama aynı zamanda bu anın büyüklüğünü fark ediyordum. Eğer bu cihaz, gerçekten de dünyayı değiştirecek bir güçse… belki de onu durdurmamalıydım.
Cihaz bir anda titredi ve devasa bir ışık patlaması oldu. Hepimiz yere yığıldık. Gözlerimi açtığımda, Bihter cihazın önünde dimdik duruyordu. Ama etrafımızdaki dünya değişmişti.
Bölüm 5: Yeni Bir Gerçeklik
Gözlerimi açtığımda, etrafımızdaki dünya tamamen değişmişti. Daha önceki karanlık tünel, yerini devasa, aydınlık bir manzaraya bırakmıştı. Uzakta, bir zamanlar hayal edemeyeceğimiz kadar görkemli şehirler parlıyordu. Gökyüzü mavi ve berraktı, bulutlar yavaşça süzülüyordu. Toprak, Fallout’un çorak ve radyasyonlu dünyasına hiçbir şekilde benzemiyordu. Bu yeni gerçeklik, sanki eski dünyanın mükemmel bir yeniden yapımıydı.
Bihter, hala cihazın önünde duruyordu, ama şimdi yüzünde bir şeyler değişmişti. Gözlerinde zaferin yanı sıra hafif bir şaşkınlık vardı. Sanki cihazın gücünü tam anlamıyla kavrayamamış gibi. Ona yaklaştım ve omzuna dokundum.
“Bihter… Bu nasıl mümkün olabilir?” dedim, sesimde hem korku hem de hayranlıkla.
Bihter bana döndü, yüzünde hem sakin hem de gururlu bir ifade vardı. “Behlül, bu sadece bizim için değil. Herkes için yeni bir başlangıç. Cihazı kontrol ettim ve istediğim tek şey bir gelecekti. Sadece kurtarılmış değil, gelişmiş bir dünya. İşte, bunu başardık.”
Yeni Dünya
Grup yavaşça toparlandı. Herkes yeni çevremize hayranlıkla bakıyordu. Eski dünyanın acımasızlığı, bu yeni gerçeklikte tamamen silinmiş gibiydi. Fakat içimde hala bir huzursuzluk vardı. Bu dünyanın mükemmel görünmesi, onun gerçek olduğunu kanıtlamıyordu.
“Peki ya cihaz?” dedim. “Bihter, ya bu dünyanın gerçekliği cihazdan kaynaklanıyorsa? Eğer cihaz durursa, bu yeni hayatımız da sona erer mi?”
Bihter, cihazın yanına dönüp elleriyle yüzeyini inceledi. “Hayır,” dedi sakin bir şekilde. “Cihaz sadece geçiş kapısını açtı. Bu dünya, kendi başına var olan bir gerçeklik. Cihazın varlığına bağlı değil. Ama bu dünyada yaşamak, bizim için yeni zorluklar getirebilir.”
Yabancıların Gerçek Yüzü
Tam o sırada, cihazın kontrolünü bize veren figürler tekrar ortaya çıktı. Bu kez çok daha net bir şekilde görüyorduk. Yüzlerinde herhangi bir tehdit belirtisi yoktu; daha çok, bir tür gurur ve memnuniyet ifadesi taşıyorlardı. Liderleri gibi görünen kişi bir adım öne çıktı.
“Yeni dünyanıza hoş geldiniz,” dedi, sesi yankılanarak. “Ama bilin ki burası mükemmel bir cennet değil. Bu dünya, her şeyin yeniden başlatıldığı bir yer. Sizin kararlarınız, bu dünyanın kaderini şekillendirecek.”
Bihter başını kaldırdı, figüre bir lider gibi baktı. “Bu dünyayı inşa etmek için sizin yardımınıza ihtiyacımız var mı?” diye sordu.
Figür hafifçe gülümsedi. “Hayır. Bu dünya artık sizin. Ama unutmayın, geçmişinizde yaptığınız hataları burada tekrarlarsanız, bu dünya da eski dünya gibi yok olabilir.”
Figürler geri çekildi ve yavaşça kayboldular. Artık yalnızdık.
Yeni Başlangıç
Bihter, gruba döndü. “Bu dünya bizim sorumluluğumuz,” dedi güçlü bir sesle. “Burada her şeyi yeniden inşa edeceğiz. Eski dünyadaki savaşlar, yıkımlar ve ihanetler burada olmayacak. Bu dünyayı daha iyi bir yer yapacağız. Hep birlikte.”
Sözleri, grubun moralini yükseltmiş gibiydi. Herkes yeniden bir araya geldi, daha önce yaşadıkları tüm zorlukları unutmuş gibiydiler.
Ben ise bir adım geride durup onu izliyordum. Bihter’in liderliği beni her zaman etkilemişti, ama bu kez farklı bir şey vardı. O artık sadece bir lider değil, aynı zamanda bir umut sembolüydü.
Yanına yaklaştım. “Bihter,” dedim, biraz çekinerek. “Bu dünyayı gerçekten değiştirebilir miyiz?”
Bana döndü ve gülümsedi. “Behlül, bu dünyayı değiştirmek için önce kendimizi değiştirmeliyiz. Eğer bunu başarabilirsek, her şey mümkün.”
Son
Yeni dünyada ilk adımlarımızı atarken, içimde bir huzur hissettim. Evet, eski dünyada birçok şey kaybettik, ama bu yeni başlangıç bize her şeyi geri getirme fırsatı sunuyordu. Bihter’in liderliğinde, bu dünyayı gerçekten daha iyi bir yer haline getirebileceğimize inandım.
Geçmiş artık arkamızda kalmıştı. Şimdi ise önümüzde sadece sonsuz bir olasılıklar dünyası vardı. Ve bu kez, hiçbir şey bizi durduramayacaktı.
Hikaye burada sona eriyor. Ama bu yeni dünyanın yazılacak kendi hikayesi var. Ve bu kez, kimse kendini feda etmek zorunda kalmayacak.
5Mid, farkıyla sinema evrenine yolculuk yapın! Bizimle birlikte animelerin en can alıcı detaylarını, son dakika haberlerini ve unutulmaz önerileri bulabilirsiniz.
Imdb , sinema severlerin kendi listelerini oluşturduğu, sinema dünyası hakkında bilgi alışverişinde bulunduğu ve anime serilerini değerlendirip sıraladığı küresel bir topluluktur. Bu platformda, filmler hakkında derinlemesine bilgiler, kullanıcı yorumları ve önerileri bulabilir, kendi izleme alışkanlıklarınızı kaydedebilir ve benzer zevklere sahip bir toplulukla etkileşimde bulunabilirsiniz.