Uzayda Aşk ve Keşif : Kısa Hikaye savaş Star Wars StarCraft

Uzayda Aşk ve Keşif : Kısa Hikaye

**Uzayda Aşk ve Keşif : I. Bölüm: **

Uzayın karanlığında bir yıldız gemisi, ışık hızının sınırlarını zorlayarak bilinmezliğe doğru süzülüyordu. Adı Keşif Gemisi Zeytin’di, bir yüzyıldır süregelen insanlığın yeni bir yuva arayışındaki en ileri teknolojiyle donatılmış gurur kaynağıydı. Mürettebatı, Dünya’nın geride bırakılmış hikâyesini, kaybolan denizlerini ve yıldızlara uzanan umutlarını taşıyordu. Geminin komuta odası, bu umutların çarpışma noktasıydı.

Ben, Behlül Haznedar, geminin ikinci kaptanı, her zaman olduğu gibi görevimi yerine getirirken bir yandan sessiz bir hayranlıkla kaptanı izliyordum. Kaptan Bihter Ziyagil, bir liderin sahip olması gereken tüm özelliklere sahipti: kararlılık, soğukkanlılık ve esrarengiz bir çekim gücü. Bu çekim gücünün yalnızca geminin mürettebatını değil, beni de etkilediğini kabullenmem uzun zaman almıştı.

Gemideki herkes onun bir gün uzayda yeni bir gezegen bulacağımıza dair sarsılmaz bir inanç taşıdığını bilirdi. Ancak onun inancı, benim gözümde yıldızlardan bile daha parlak bir şeydi. Bu, sadece insanlığın kurtuluşuna olan bir inanç değildi; kendi içinde barındırdığı büyük bir yalnızlık ve geçmişin gölgeleriyle yüzleşme cesaretiydi.


Bir gün görevim gereği kaptanın odasına çağrıldım. Kapının metalik sesiyle birlikte içeri adım attığımda, onun her zaman dikkatle düzenlediği çalışma masasında eski bir Dünya haritasına bakarak dalgın bir şekilde oturduğunu gördüm. “Behlül,” dedi, o tanıdık ama her defasında içimde bir yerleri sarsan sesiyle. “Yeni bir sinyal aldık. Daha önce hiç rastlanmamış bir sinyal. Koordinatlar, hayat olabileceğine işaret ediyor.”

Sözlerini bitirdiğinde gözlerinde bir parıltı gördüm. Bu, yalnızca bir kaptanın heyecanı değildi; bir arayışın, bir umudun yeniden doğuşuydu. “Peki ya tuzak olma ihtimali?” diye sordum. Şüphe, görevimizin bir parçasıydı, ancak o şüpheye yer bırakmayacak kadar kararlı görünüyordu.

“Her şey bir risk, Behlül. İnsanlık bu kadar ileriye gelmişse, bu riskleri göze aldığımız için.”

Bihter’in her kelimesi, bana onun liderliğinin neden bu kadar etkileyici olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu. Ancak aramızdaki mesafe, ne kadar yakın olursak olalım, yıldızlar kadar sonsuzdu.


Gemi, yeni sinyalin kaynağına doğru yöneldiğinde mürettebat arasında bir heyecan dalgası yayıldı. Bunun bir yaşam belirtisi olabileceğine dair konuşmalar yankılanıyordu. Ancak ben bir yandan görevime odaklanmaya çalışırken, bir yandan da bu sinyalin bizi neye götüreceğini merak ediyordum. Gözüm kaptan köşkünde, Bihter’in düşünceli duruşundaydı. Onun omuzlarına yüklenmiş bu ağır sorumluluk, onu görünmez bir zırh gibi sarmıştı. Fakat bu zırhın altında ne olduğunu, sadece tahmin edebiliyordum.

Uzay boşluğunda ilerlerken birden tüm gemiyi bir sarsıntı kapladı. Sistemler kısa süreliğine devre dışı kaldı, alarmlar çalmaya başladı. “Neler oluyor?” diye bağırarak köprüye doğru koştum. Bihter çoktan kumanda panelinin başına geçmiş, durumu anlamaya çalışıyordu. “Bir tür enerji dalgasına girdik,” dedi sakin ama bir o kadar gergin bir sesle. “Bu, sinyalin kaynağı olabilir.”

Geminin dışındaki ekranlara baktığımızda, hiç görmediğimiz bir şeyle karşılaştık: bir enerji bariyeri. Parlak bir aurora gibi dalgalanan bu bariyerin ardında bir gezegen silüeti seçiliyordu. Eğer bu bir tuzaksa, şimdi geri dönme zamanıydı. Ama eğer değilse… işte o zaman insanlığın yeni yuvasına ulaşmış olabilirdik.

Bihter bana döndü ve “Hazır mısın, Behlül?” diye sordu. Gözlerindeki kararlılığı gördüğümde, “Hazırım, kaptan,” diyebildim. Ama içimden geçen asıl sözler, bu yolculuğun beni nereye götüreceğiyle ilgiliydi.

Bu, sadece bir gezegen arayışı değil; kendi içimdeki boşluğu doldurmak için çıktığım bir yolculuktu. Ve bu yolculukta onun yanında olmak, yıldızların arasında kaybolmak bile değerdi.


Keşif Gemisi Zeytin, enerji bariyerine yaklaşırken bilinmezliğe doğru bir adım daha atıyordu. Ama kim bilir, bu adım bizi sadece yıldızların ötesine değil, kendi içimize de bir yolculuğa çıkaracaktı.

Uzayda Aşk ve Keşif
Uzayda Aşk ve Keşif

Uzayda Aşk ve Keşif : II. Bölüm

Enerji bariyerini geçmek, gemideki herkes için tarihin en kritik anlarından biriydi. Kontrol panelindeki göstergeler sürekli değişiyor, bir yandan mürettebatın gerginliği artıyordu. Bu kadar bilinmeze adım atmak cesaret isterdi, ama gemideki kimse bu cesareti Kaptan Bihter kadar taşıyamazdı.

“Behlül, enerji bariyerinden geçiş için güç sistemlerini kontrol et. Motorların aşırı yüklenmesini istemiyoruz,” dedi kaptan, sesinde hem kararlılık hem de bir parça endişe vardı. Onun bu kararlı tavrı, mürettebatın moralini hep yüksek tutardı, ama o anda bile onun da ne kadar gergin olduğunu hissedebiliyordum.

Kendi panelime yöneldim ve motorların enerji durumunu kontrol ettim. “Enerji dengesi stabilize oldu, kaptan. Geçişe hazırız,” dedim. Bu sözlerimle birlikte gemide kısa bir sessizlik oldu. O sessizlikte herkesin içinden geçen şey aynıydı: Bu bir dönüm noktasıydı.

“Geçiş başlasın,” dedi Bihter, soğukkanlı bir komutla.

Enerji bariyerine giriş yaptığımızda, gemi bir anda sarsılmaya başladı. Tüm göstergeler alarm veriyordu. “Kaptan, enerji dalgaları motorları zorluyor!” diye bağırdım. Ancak Bihter panik yapmadı. Onun el hareketleriyle tüm mürettebat görevine odaklandı.


Bariyerin öteki tarafına geçtiğimizde birden her şey sakinleşti. Etrafımızda uzayın karanlığı yerine, altın ve mavi renklere bürünmüş bir manzara uzanıyordu. Karşımızda duran şey, muhteşem bir gezegendi. Atmosferi Dünya’nınkine çok benziyordu. Üzerinde geniş okyanuslar, yemyeşil ormanlar ve devasa sıradağlar seçilebiliyordu. Sinyalin kaynağı buradaydı.

Bihter, geminin penceresinden bu olağanüstü manzaraya baktığında, yüzünde karışık bir ifade belirdi. Onun heyecanını görebiliyordum ama gözlerindeki hafif gölge, geçmişin bir yükü gibi orada duruyordu. “Behlül, burası… burası olabilir,” dedi alçak bir sesle.

“Gerçekten de öyle görünüyor,” dedim. Ama içimden geçen başka bir şey vardı: Ya burası bizi aldatıyorsa? Ya bu güzelliğin altında bir tehlike yatıyorsa?

Bihter, “Keşif ekibi hazırlansın,” diye emir verdi. Onun kararları her zaman hızlı ve kesindi, ama bu kez bir şey farklıydı. Onun bu kadar çabuk keşfe çıkma kararı, sanki bir şeyden kaçıyormuş gibi hissettirdi.


Keşif ekibi, geminin iniş modülüyle gezegen yüzeyine inmeye hazırlanırken ben de kaptana eşlik etme görevini üstlendim. O, lider olarak her zaman en önde yer almak isterdi, ama bu sefer farklı bir his vardı.

Modülden yüzeye indiğimizde nefesimiz kesildi. Burada her şey inanılmaz derecede tanıdıktı ama bir o kadar da farklıydı. Atmosfer temizdi, sıcaklık idealdi ve gökyüzü Dünya’nın unutulmuş maviliğini andırıyordu. Ancak bu sessiz güzellikte bir şeyler tuhaftı.

Bihter, “Behlül, bu gezegenle ilgili kayıtlarımızı tarayın. Burası hakkında daha fazla bilgiye ihtiyacımız var,” dedi. Onun bu kadar aceleci olması dikkatimi çekmişti.

Etrafa bakarken, ufukta belli belirsiz yapılar fark ettim. “Kaptan, orada bir şey var. Belki bir yaşam formunun izleri olabilir,” dedim.

Bihter, bir an için duraksadı. “Oraya gitmeliyiz,” dedi, bu kez sesi her zamankinden daha duygusal bir tona bürünmüştü.

“Tehlikeli olabilir,” diye uyardım. Ama onun kararlılığı karşısında itiraz etmek imkansızdı. Onun peşinden yola koyulduk.


Bu gezegenin her adımı, bize Dünya’nın kaybolmuş zamanlarını hatırlatıyordu. Ancak Bihter’in bu kadar odaklanmış olması beni tedirgin ediyordu. Yapılara yaklaştıkça, buranın bir zamanlar bir uygarlığa ev sahipliği yapmış olduğunu fark ettik. Ancak bu uygarlık, belli ki uzun zaman önce terk edilmişti.

Bir yapının içine girdiğimizde, Bihter bir şey gördü ve birden durdu. Gözleri donmuş gibiydi. “Bu imkansız…” diye fısıldadı.

Ona doğru adım attığımda yerde bir obje gördüm. Bu, eski bir Dünya fotoğrafına benziyordu. Ama bu mümkün değildi. Burada bir Dünya fotoğrafı ne arıyordu?

Fotoğrafı eline aldığında yüzünde o derin keder belirdi. “Behlül, burası… burası benim aradığım yer olabilir,” dedi.

Ne demek istediğini anlamadım, ama bu gezegenin sırları yalnızca yıldızlar arası bir yolculuğun değil, Bihter’in kendi geçmişinin de bir parçası gibiydi.

Bu sessizlikte, keşif gezimiz daha yeni başlamıştı, ama yolculuğun gerçek amacı henüz ortaya çıkmamıştı.

Uzayda Aşk ve Keşif
Uzayda Aşk ve Keşif

Uzayda Aşk ve Keşif :  III. Bölüm

Bihter’in elindeki fotoğrafa bakarken, içimdeki tüm sorular zihnimi ele geçirmişti. Fotoğrafın üzerinde eski Dünya’dan bir sahne vardı: ağaçlarla çevrili bir nehir kenarında duran bir kadın. Fotoğrafın neden burada olduğuna dair hiçbir açıklama yoktu. Üstelik bu, yüzlerce ışık yılı uzakta, insanoğlunun hiç ulaşmadığı bir gezegendeydi.

“Bu mümkün değil,” dedim, gözlerimi fotoğraftan ayıramadan. “Burası terk edilmiş bir uygarlık olabilir, ama bu, Dünya’dan bir nesnenin burada ne işi olduğunu açıklamıyor.”

Bihter, fotoğrafı ellerinde sımsıkı tutarken, yüzündeki duygular karmaşıktı. Keder, şaşkınlık ve derin bir kararlılık. “Burası, sadece bir gezegen değil, Behlül. Burası geçmişin yankısı,” dedi, sesi neredeyse fısıltı kadar inceydi.

“Geçmişin yankısı mı?” diye tekrarladım. Bu sözler, onun zihninde daha önce bilmediğim bir sırrın derinlerine dokunduğumu hissettirdi.


Daha fazla bilgi toplamak için yapıların içine derinlemesine ilerledik. Dışarıdan birer taş yığını gibi görünen bu binaların içinde inanılmaz bir teknoloji kalıntısı vardı. Duvarlara kazınmış semboller, eski hologram cihazları ve devasa metalik sütunlar… Bu yerin bir zamanlar oldukça gelişmiş bir uygarlığa ev sahipliği yaptığını kanıtlıyordu. Ama bu uygarlık kimdi ve neden yok olmuşlardı?

Bir süre sonra, bir kontrol odasına benzeyen bir alana ulaştık. Burada hala çalışır durumda olan bir cihaz bulduk. Mürettebatımızdan Matmazel Nihal, cihazı incelemeye başladı. Nihal, gemimizin bilim subayıydı ve her zaman sakinliğiyle dikkat çekerdi. “Bu cihazın bir çeşit bellek bankası olduğunu düşünüyorum,” dedi. “Belki buradaki uygarlık hakkında bir şeyler bulabiliriz.”

Bihter, “Hemen çalıştırın,” dedi, sesi aceleciydi. Bu cihazın içinde aradığı bir cevap olduğunu hissettiğini anlayabiliyordum.

Nihal cihazı aktive ettiğinde, oda bir anda ışıklarla doldu. Holografik görüntüler beliriverdi. Başlangıçta sadece semboller ve şekillerdi, ama sonra Dünya’nın eski görüntüleri ortaya çıkmaya başladı. Ormanlar, okyanuslar, şehirler…

“Bu, Dünya!” diye fısıldadım. Ama bu görüntüler, binlerce yıl öncesine ait gibi görünüyordu. İnsanlar, bu hologramların içinde sanki başka bir hayatta yaşıyormuş gibiydi.

Birden hologramda tanıdık bir yüz belirdi. Bu, Bihter’in yüzüydü.

Şok içinde dona kalmıştım. Bu imkansızdı. Ama hologramdaki görüntüde, onun genç bir versiyonu vardı. Bihter, holograma dikkatle bakarken yüzü bembeyaz olmuştu. “Bu… bu bir hata olmalı,” dedim, ama sesim bile inandırıcı gelmiyordu.

“Hayır,” dedi Bihter. “Bu bir hata değil. Bu, geçmişimle ilgili bir sır.”


Bihter, hologramın oynattığı görüntülerin içine doğru bir adım attı. Görüntüdeki genç kadının yüzündeki ifade, bir şeylerin ters gittiğini anlatıyordu. O anda hologram, bir patlama sahnesi gösterdi. Bir şehir yıkılıyor, insanlar kaçışıyordu. Ve sonra görüntü sona erdi.

“Bihter, bu ne anlama geliyor?” diye sordum. Ama onun gözleri hala hologramdaydı.

“Bu gezegen… Dünya’nın bir yansıması. Bir zamanlar burada bir şey oldu. Bir felaket. Ve bu felaketin benimle ilgisi var,” dedi.

“Seninle mi?” diye tekrarladım, ne dediğini anlamaya çalışarak.

Bihter, gözlerini bana çevirdi ve o derin, karanlık bakışıyla fısıldadı: “Benim ailem, bir zamanlar Dünya’yı kurtarmak için bir karar verdi. Ama bu karar, hem Dünya’yı hem de bu gezegeni mahvetti. Şimdi bu sırların hepsi burada.”

Bihter’in bu sözleriyle kafamda binlerce soru oluştu. Bu kadar kişisel bir hikayenin, evrenin bu kadar uzak bir köşesindeki bu gizemli gezegenle nasıl bağlanabileceğini anlamıyordum. Ama artık tek bir şeyden emindim: Bu gezegenin sırları, sadece insanlığın değil, Bihter’in geçmişinin de anahtarıydı.


Keşif ekibi olarak bu yeni bulguları tartışmaya başlarken, gemiden bir mesaj geldi. Bir şey bizi izliyordu. Enerji bariyerinden geçtiğimizden beri bir tür sinyal alıyorduk ve bu sinyal şimdi daha da güçlenmişti.

“Bihter, bu gezegenin sırlarını çözmeden buradan ayrılmamalıyız,” dedim. Ama onun yüzündeki kararlılık yerini hafif bir tedirginliğe bırakmıştı.

“Bu sırları çözmek için önce hayatta kalmalıyız, Behlül,” dedi. “Ve bu sinyal, yalnız olmadığımızı gösteriyor.”

Geminin alarmları yeniden çalmaya başladığında, bu gezegenin sadece bir başlangıç olduğunu anlamıştım. Ama bu başlangıç, hem insanlığın hem de Bihter’in geleceği için büyük bir bedel gerektirecekti.

Yolculuğumuzun gerçek hikayesi, şimdi başlıyordu.

Uzayda Aşk ve Keşif
Uzayda Aşk ve Keşif

Uzayda Aşk ve Keşif : IV. Bölüm

Gemiden gelen sinyallerin kaynağını belirlemek için hızla harekete geçtik. Keşif ekibi hâlâ yüzeydeydi, ama gemi çevresindeki enerji dalgalanmaları giderek güçleniyordu. Geminin iletişim subayı Firdevs Hanım, “Sinyal sabit değil, ama kesinlikle bize doğru hareket eden bir şey var,” dedi. Firdevs, genelde her durumda sakinliğini korurdu, ama bu kez sesi hafifçe titriyordu.

“Bu gezegenin sırları bizi cezbetti, ama aynı zamanda bir tehlikeyi de serbest bırakmış olabiliriz,” dedi Bihter, yüzünde karmaşık bir ifade ile. O anda liderliğinin ağırlığını her zamankinden daha fazla hissediyordum.

“Kaptan, bu sinyalin kaynağına yaklaşmadan önce yüzeydeki görevimizi tamamlamak zorundayız,” dedim. “Hem buranın sırrını hem de bu sinyallerin kimden geldiğini öğrenmeliyiz.”

Bihter bana baktı, gözlerinde yine o esrarengiz derinlik vardı. “Doğru söylüyorsun, Behlül. Ama bu sefer her ihtimali göze almak zorundayız.”


Keşif ekibiyle birlikte sinyalin kaynağını bulmak için harekete geçtik. Harabelerin daha derinlerine ilerledikçe, bu uygarlığın inanılmaz teknolojilere sahip olduğunu anlamaya başladık. Her adımda, bizi izleyen bir varlığın gölgesini hissediyordum.

Bir süre sonra, büyük bir odanın kapısına geldik. Kapı devasa metalden yapılmıştı ve üzerinde karmaşık semboller oyulmuştu. Nihal, sembolleri incelerken, bunların bir tür dil olduğunu söyledi. “Bu semboller bir uyarı gibi görünüyor,” dedi.

“Ne tür bir uyarı?” diye sordum.

“Bilinmeyen bir gücün serbest bırakılmaması gerektiğini söylüyor,” dedi Nihal, sesi ciddileşerek.

“Tam da aradığımız türden bir şey,” dedi Bihter, hafif bir ironiyle. Ama gözlerindeki derin düşünceyi görmezden gelemezdim.

Kapıyı açtığımızda, içeride devasa bir holografik platform bulduk. Platform, üzerinde parlayan bir enerji küresini barındırıyordu. Bu küre, gezegenin merkezine bağlı gibiydi. Ve aynı zamanda, bize ulaşan sinyallerin kaynağıydı.

Bihter, küreye doğru ilerlerken birden holografik bir figür ortaya çıktı. Bu figür, eski bir uygarlığın temsilcisi gibi görünüyordu. Ama daha da tuhafı, figürün yüzü netleştiğinde, bunun Bihter’in genç bir versiyonuna benzediğini gördük.


Holografik figür konuşmaya başladı. “Bu, gezegenimizin son mesajıdır. Bu küre, hem hayatı yaratan hem de yok eden gücün kaynağıdır. Onu kontrol etmek, büyük bir sorumluluk gerektirir. Eğer yanlış ellerde olursa, sadece bu gezegen değil, tüm evren tehlikeye girer.”

Bihter, holografik figüre yaklaşarak, “Bu mesaj… Bu ben miyim?” diye sordu.

Figür, “Sen, bu gücün mirasçısısın. Dünya’nın son yıllarında yapılan deneyler, bu küreyi yarattı. Bu, insanlık ve bu gezegen arasındaki bağın bir sonucudur. Ama bu güç, aynı zamanda bir felaketi de beraberinde getirdi.”

Bu sözler hepimizi sessizliğe gömdü. Bihter’in yüzündeki ifade, hayatının en büyük sırrıyla yüzleştiğini gösteriyordu. Bu gezegen, yalnızca insanlığın değil, onun da kaderini belirleyen bir yerdi.


Tam o anda, gemiden acil bir çağrı aldık. “Kaptan, bir şey yaklaşıyor!” diye bağırdı Firdevs Hanım. “Bu, yalnızca bir sinyal değil. Bu, bir gemi. Ve bize dostça yaklaşmıyor.”

Bihter, gemiye dönmek için hızlıca emir verdi. Ancak içimizden biri burada kalıp küreyi korumak zorundaydı. Nihal, “Küreyi terk edersek bu gezegenin enerjisi dengesizleşebilir,” dedi.

Bihter bir an için tereddüt etti, ama sonra kararlılıkla, “Hayır. Önce hayatta kalmalıyız. Eğer geri dönersek, küreyi yeniden inceleyebiliriz,” dedi.

Ancak tam o sırada, holografik figür yeniden belirdi. “Bu küreyi terk ederseniz, bir daha dönemezsiniz. Çünkü bu, yalnızca bir fırsattır. Ya bu gücü kontrol eder ve uygarlığınızı kurtarırsınız, ya da sonsuza dek kaybolursunuz.”

Bihter, karar vermek zorundaydı. Gemiyi kurtarmak mı, yoksa bu gezegenin sırrını çözmek mi? Ama onun yüzüne baktığımda, bu kararın yalnızca bir kaptanın kararı olmadığını anladım. Bu, onun geçmişiyle ve geleceğiyle yüzleşmesiydi.


“Behlül,” dedi, bana dönerek. “Gemiyi koruyacağım. Ama burada kalıp kürenin sırlarını çözmek senin görevin.”

“Hayır, kaptan,” diye itiraz ettim. “Bu sizin hikayeniz. Ben burada kalabilirim. Siz gemiye dönmelisiniz.”

Ama onun yüzündeki kararlılık değişmedi. “Bu bir emir, Behlül. Burası benim geçmişimle ilgili. Ama aynı zamanda senin cesaretinle çözülecek bir sır.”

O anda, itiraz etmemenin daha doğru olduğunu hissettim. “Anlaşıldı, kaptan,” dedim. Ama içimdeki bir şey, bu ayrılığın kalıcı olabileceğini söylüyordu.

Bihter, gemiye doğru ilerlerken, son kez bana döndü. “Behlül, eğer bu sır çözülürse, yalnızca insanlık için değil, benim için de bir kurtuluş olacak. Kendine iyi bak.”

Ve böylece, kaptan gemiye dönerken, ben kürenin başında kaldım. Bu, yalnızca bir gezegenin değil, kaderimizin çözülmesi gereken anıydı. Ama artık yalnızca yıldızlara değil, kendi içime de bir yolculuk yapmam gerektiğini biliyordum.

Necrocomicon: Karanlık Çığlıklar, Kısa Hikaye

5Mid, farkıyla anime evrenine yolculuk yapın! Bizimle birlikte animelerin en can alıcı detaylarını, son dakika haberlerini ve unutulmaz önerileri bulabilirsiniz.
MyAnimeList, anime severlerin kendi listelerini oluşturduğu, anime dünyası hakkında bilgi alışverişinde bulunduğu ve anime serilerini değerlendirip sıraladığı küresel bir topluluktur.
Bu platformda, animeler hakkında derinlemesine bilgiler, kullanıcı yorumları ve önerileri bulabilir, kendi izleme alışkanlıklarınızı kaydedebilir ve benzer zevklere sahip bir toplulukla etkileşimde bulunabilirsiniz.

author
Anime ve Sinema Deneyimlerini Aktarmayı Amaçlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir